Bora on beş
yaşlarında bir trafik kazası sonucu belden aşağı felç olacak
şekilde yaralanmıştı. Üzerinden on yıl geçmesine rağmen bir çok hastane
gezen Bora ve ailesi bu durumu düzeltecek herhangi bir yöntem
bulamamışlardı.Son gittiği hastanede ailesi yanında değil yalnızca bakıcısı
vardı.Bakıcısı hasta bekleme salonunda Bora’yı bırakmış doktoruyla görüşmek için
iki kat aşağı inmişti.Bora tekerlekli sandalyede otururken gelip geçen tüm
hastalar ve yakınları Bora’ya garipsercesine bakıyor ve acıyor gibi
yapıyorlardı.Hiç kimse Bora’nın umurunda değildi ne de olsa onun için
birer insan müsvettesiydi onlar.Boş kalabalık , kendi halleriyle
yetinemeyenlerdi yalnızca.
O hengamenin
arasında hemen hemen yirmili yaşlarda genç bir kız Bora’nın oturduğu yerin
yanında ki koltuğa oturmuştu. Gözlüklerini çıkarmaması ve selam vermeyişini
kınarcasına bakan Bora , bir süre sonra kızın gözlüklerini çıkarıp koltuğa
koyduğunu zannedip yere düşürmesinin ardından anlamıştı onun görme engelli
olduğunu.
İçten içe
hüzünlenen Bora , nezaketini ve özrünü dile getirircesine gözlüğü yerden alarak
kıza uzattı.Bu sırada ismini öğrenme fırsatı da olmuştu , o Bora’nın “Minik
Ada’sıydı”. Masallarda ki “Pegasus” un yeleleri kadar düz ve uzun simsiyah
saçları vardı.
İlk başlarda
ürkek davranan ve karşısındakini tanımak için sorular soran Ada , Bora’nın
talebi üzerinde bu duruma gelişinin hikayesini anlatmaya başlamasıyla Bora’nın
gözleri kendini yanaklarına bırakmıştı.
Ada daha yedi
yaşındayken annesi ile babası durmadan kavga eder Ada ise hep bu kavgaların
arasında kalırmış.Bir gün annesi mutfakta kahvaltıyı hazırlarken babası eve
gelmiş. Hatırlamadığı bir sebepten tekrar birbirleriyle sözlü kavgaya
girişmişlerdi ki , annesi sinirlenip elinde kızgın yağ bulunan tavayı babasına
atmış o sırada arada kalan küçük Ada’nın gözlerine dökülmüş kızgın yağ. Tüm
uğraşlar sonucu onun yaşama bakışını elinden almıştı.
Bunun üzerine
babası evi terk etmiş.Annesi ise Ada’yla ilgilenip aynı zamanda tedavi
yöntemlerini araştırmış ancak herhangi bir şeyi değiştirememişti. Kızı bir daha
bir kelebeğin uçuşunu , güneşin doğuşunu , ayın suya yansıyan silüetini
göremeyecekti. Bir kedinin suya uzanan dilini, bir kuşun kanat çırpışını , bir
annenin bebeğine sarılışını kısacası bu hayattan zevk alacağı ne varsa
hiçbirini göremeyecekti. Bu yüzden pasif durulan birkaç yılın ardından tekrar
bir ümit doğmuş olacak ki Ada ve ailesi yeniden hastaneye uğramaya
başlamışlardı.Bora bunca üzüntü ve kasvet dolu kelimelerin ardından
derinlemesine bir bağ kurmuştu Ada’yla , yaklaşık kırk beş dakika süren
muhabbetleri esnasında.Ada kontrole girmek için hazırlanırken Bora’da onu bir daha
görmek için annesinin telefonunu istedi.Ada ürkek de olsa Bora’dan aldığı
kalemle onun eline rakamları yazıyordu bire birer yavaş ve temkinle. Aradan
geçen bir haftanın ardından Bora Kadıköy rıhtımında denizi izlemenin keyfini
çıkarırken yolun karşısından gelen Ada ve annesini görmesi fazla sürmemişti.
Yanlarına
giderek kendisine eşlik etmelerini istedi.Başlarda garipseyen anne daha sonra
Ada’nın da ısrarıyla kabul etti ve rıhtımda oturdular.Annesi çay vb. şeyler
almak için yanlarından ayrıldığında Ada alçak bir ses tonuyla denizin, şehrin,
kuşların, oturdukları yerin şu an ki durumunu anlatmasını istedi Bora’dan.
Bora anlattıkça
Ada sormaya devam etti.Bazen Bora , Ada’yı test edercesine yanlış tasvirlerde
bulununca gülücükleri kahkahaya dönüşmüştü.Ada çok mutlu olmuştu.Belki de
yıllardır bu duyguyu hissetmemişti.Bu yüzden bu buluşmalar sırasını başka
buluşmalara bırakıyordu. Her geçen seferde birbirlerini daha yakın tanıma ve
anlama fırsatları oluyordu. Bu şekilde geçen koca üç ayın ardından Bora’nın tedavisi
nedeniyle hastaneye daha sık gitmeye başlamışlardı.
Bora kaslarıyla
ilgili bir ameliyatta mikrop kapmış ve bu iç organlarının birinde enfeksiyona
sebep olmuştu. Ada bu duruma çok üzülüyor daha da kötüleşmemesini ummaktan
başka çaresi de yoktu.
Bu şekilde geçen
bir haftanın ardından , Bora artık hastanede doktor gözetiminde kalmaya
başlamıştı.Ada her gün yanına gidiyor , görme engelliler için yapılan masal
kitaplarından ufak hikayeler okuyordu.İçlerinden bir tanesi de iki kelebeğin
aşkını anlatan “Cennet” isimli hikayeydi.Bora ve Ada bu hikayeyi çok sevmişler
ve kendileriyle bağdaştırmışlardı. Özellikle hikayede geçen bir söz onlar için
yazılmışcasınaydı .”Carpe diem” Latince “Anı yaşa” anlamına gelen bu söz
onlar için bir çok şeyi ifade ediyordu.
Aynı günlerde
Ada’nın tedavisinde de gelişmeler oluyordu.Yeni bir yöntemle göz nakli
yapılabiliyor olması Ada , Bora ve ailelerini çok mutlu etmişti. Ancak bu
ameliyat bir tek Hollanda’da ki bir hastanede yapılabiliyordu.Ada , Bora’nın
durumu düzelmeden yanından ayrılmak istemiyordu ama Bora’nın ısrarla talebi
üzerine bir hafta sonrası için uçak biletlerini almıştı. Bora’nın doktoru onun
ailesine durumunun gitgide kötüleştiğini söylüyor ve yine onların talebi
üzerine Ada’yı durumdan haberdar etmiyordu.Ada her şeyin iyiye gittiğini
düşünerek sabaha karşı Bora’nın yanından ayrılıp Hollanda’ya uçmuştu.
Ada için çok zor
bir operasyon olacaktı.Başkasının gözleriyle de olsa hayatı yeniden görmeyi çok
istiyordu özellikle de yol arkadaşı Bora’nın nasıl birine benzediğini.Hastanede
geçen bir günlük kontrol sonrasında ameliyat gerçekleşmiş , gözlerini gün
ışığının bile perdelerin arasından sızarak girdiği karanlık bir odada açmasına
rağmen yalnızca bembeyaz ve parlak bir ışık kütlesi görebiliyordu.
Doktoru günden
güne bu durumun iyileşeceğini söylüyordu ve nitekim öyle de olmuştu. Her geçen
gün görme yetisi daha da gelişiyordu.Annesini izliyordu saatler sürecek
şekilde. “O”nu görmeden geçen 12 yılın ardından bir anda görmek
inanılmazdı.Ancak ne de değişmişti ;
Altın sarısı
saçların yerini kül rengi bir kütle almıştı , yüzündeki gergin hatlar ise birer
birer kendisini bırakmış yaşlılık hissi uyandırırcasına buruşmuş bir tene sebep
olmuştu.Ama değişmeyen bir şey varsa oda Ada'ya olan sevgi ve şefkat dolu
bakışlarıydı ..
Ada dışarıya
attığı ilk adımlarında vücudundaki dengeyi yitirip birkaç kez düşse de daha
sonradan bu durumu düzeltmiş olacak ki kuşların peşinden koşmaya bile
başlamıştı.Çocukluğunda gördüğü ve özlem duyduğu her şeyi yeniden görmek ona
inanılmaz bir mutluluk veriyordu. Ama bu tabloda onun için biri eksikti : Bora! Kontrollerin bir hafta daha süreceğini öğrenen Ada bunu kabul etmemiş ve iki gün sonrası için biletlerini almıştı.
Hayatında ilk
kez onu anlayan adama gitmek için saatleri sayar olmuştu.Sonunda uçaktaydılar.
Gözünü bile kırpmadan heyecanlı bir şekilde İstanbul semalarına gelmişlerdi.Ada
, adeta koşar adımlarla taksiye atlayıp Kadıköy’deki hastaneye varmıştı.İçeri
girmesiyle 4.kata çıkması saniyelerini almıştı. Dört yüz yirmi dokuz nolu
odanın kapısına geldiğinde duraksadı. Bora’yı nasıl hayal etmişti acaba nasıl
biriydi ? Yüreğini anlamsız bir korku ve heyecan kaplamıştı. Yumuşak ve
güven verici ses tonunun büründüğü bedeni merak ediyordu.Bunca düşüncenin
arasında , kapıyı hızla açıp içeri girdi.Ancak oda boştu. İçeride uçuşan
perdeler ve beyaz çarşaflı bir yataktan başka hiçbir şey yoktu. İyide neredeydi
onca insan? Bora neredeydi ?! şaşkınlığının yerini derinlemesine bir korku
alıyordu..
Koridordaki tüm
odalara bakıyor koşuşturuyordu."Bora Bora" diye haykırıyordu. Kimse onun
iliklerine kadar teslim olduğu Bora değildi.İçten içe büyük bir yıkım
başlamıştı ruhunun ücra köşelerinde..Herkese Bora’yı soruyordu , doktorlara ,
hemşirelere,hastalara , hasta bakıcılarına..
Hızla kendini
dışarı attı. Bora’nın bakıcısını arayıp verdiği adrese
gitti.Taksi , söylenen yere varmış park ediyordu ki Adanın gözünden kaçmamıştı
karşıdaki topluluk. Kimdi onlar ? Bu kadar, kalabalık sabahın ilk ışıklarında
ne arıyordu burada ? Bora neredeydi ? Acaba Bora hangisiydi ? Mezarlıktı
burası. Ada bunca kalabalığın çok sevilen birsinin yaşamını yitirmesi sonucu
buraya toplanacağını düşündü. Bora’nın da bu kalabalığın içinde olması
kaçınılmazdı.Önlere doğru gidildikçe insanlar daha da hüzünlü ve üzgün
görünüyordu.En ön sırada tekerlekli sandalyede birini gördü ancak arkası
dönüktü.
Arkada gördüğü
kişinin yanına hızla ilerliyor, etrafındaki insanlara çarparak gidiyordu.Elini
adamın omzuna koydu ve alçak bir tonla kulağına “Bora benim Ada , neden
buradasın , kim bu insanlar? “ dedi.Omzuna dokunduğu adam yüzünü döndü ve “
Bora ben değilim o” dedi. Parmağıyla işaret ettiği kişi mezarın içindeydi..
Ada artık her
şeyin farkına varmıştı. En umutsuz , mutsuz ve bitkin olduğu anda ona can veren
, umut veren, mutluluk ve huzur kaynağı o Hollanda’dayken bu hayata gözlerini
yummuştu. Yere yığılmış , göz yaşlarını adeta Bora’ya armağan etmişti..
Onun Ada
olduğunu duyan herkes yanına geliyor anlamsızca gözlerine bakıyordu.Ada onca
üzüntünün arasında neden olduğunu düşünmüyordu bile.Kalabalığın arasından bir
eli bastonlu diğer elinde ise bordo renkte bir kutu olan kır saçlı bir adam
geldi.
“Ada” demesiyle
, Ada’nın tüm dikkatini kendi üzerine çekti.Çünkü tanıdığı birinin sesiydi bu.
İhtiyar “Sen beni tanımıyor olabilirsin ancak ben senin yaklaşık altı aydır
yanındayım.” demesiyle Ada , onun Bora’nın bakıcısı olduğu gerçeğini
anladı.İhtiyarın boynuna atladı ve dakikalarca sarılıp ağladı. İhtiyar elindeki kutuyu göstererek “ Bora dünyanın neresinde olursan ol sana bunu vermemi
istedi.Birde son saniyelere kadar senin adını sayıkladı.” dedi.
Ada kutuyu da
alarak kalabalığın arasından geldiği gibi gitti.Onu bekleyen taksiye bindi ve
Kadıköy Rıhtımına gitmesini istedi.Yol boyunca gözlerinden yaş eksilmeyen bir Ada vardı. Sonunda gelmişti.Rıhtımda daha
önce Bora’nın anlattığı ve beraber oldukları banka oturdu.Bora her şeyi o kadar
net anlatmıştı ki avucunun içi gibi biliyordu burayı.
İçinden
gelmiyordu kutuyu açmak.İstemeden de olsa açacaktı ve kutuyu kucağına
aldı.Kapağında “Minik Ada’ma “ yazıyordu.İçini açtığında ise bir çift bilet ve
bir kitap vardı.Kitabı açtığında onun sürekli Bora’ya okuduğu “Cennet” adlı
hikaye kitabının olduğunu anladı.Sayfaları çevirdiğinde son on sayfası fotoğraflarla doluydu. Bora’yla beraber hastanede,
restoranda,evde, kumsalda ve rıhtımda çekilmiş onlarca fotoğraf vardı.
Bora’nın, esmer,
açık kahverengi gözlere ve mükemmel bir gülüşe sahip, kirli sakallı biri
olduğunu gördü.Fotoğrafları inceledikten sonra hava daha da kasvet yüklü
olmuştu. Biletleri eline aldı. Üzerlerinde Ada’nın Hollanda’ya gideceği günün
tarihi vardı.Yalnızca birkaç saat önceki uçuşun biletleriydi bunlar..
“Bora’nın ne işi
vardı orada ? Neden benimle değil de benden önce gitmişti ?” diye mırıldanırken
, bir biletin arkasındaki notu gördü Ada.
“Birini tanıdım
bildiğim tüm insanlardan farklı sinesi kapalı, sevgisi ağır, hissi kuvvetli.
İnatçı mı inatçı , imkansızlığa adım adım yürüyen. Ada’m , hayata benim
gözlerimle bakıyorsun , tadını çıkart. Rıhtıma otur senin göremediğin benim
sana anlattığım martılara bak.Denize bak, mavinin en güzel tonu turkuvazı
gör.İnsanları gör , her ne kadar boş olsalar da.Beni gör ! Hisset göz
kapaklarında..
O halde
hissettiğin her şey derin ve sonsuz olsun , unutma ‘Carpe diem’
.. "
Ada bu satırları
okurken biletler sırılsıklam olmuştu. Banktan
kalktı ve rıhtımdan denize doğru yürüdü, yürüdü, yürüdü..
Mustafa Erdağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder