Üçüncü Tekil Kişi I

Kimse göründüğü yüzü yansıtmaz taki …

Şirin bir sokaktı burası,büyük şehrin içinde hapsettiği sıcak minik yuvaydı. Evler birbirine öyle yakındılar ki; kırmızı tuğlaları gözüken, çatısı yıpranmış yıllara inat ayakta duran evde oturan Fatma Teyze’nin sesi karşı evlerden duyuluyordu. Hem de öyle duyuluyordu ki;

  -Allah’ın belası herif, yine mi içtin! Bıktım lan bu halinden, ömrümü çürüttün şeref…

Yufka yürekli Melahat Abla, onun kadar harika insan olan Ahmet Abi, mahallenin terzisi, emektar Rıza Amca, güzeller güzeli esmer kızı olan Şükran Teyze, bakkal Hasan Dayı çoktan dökülmüşlerdi sokağa.

  -Melahat ayıp ama içeri girer misin, lütfen!

  -Dur be Ahmet, üzülüyorum şu kadına. Bir değil iki değil. Ne olacak bunun hali? Bir şey yapamaz mısın sen, bir sorsan, Celal Bey ile kanuşsan, hee!

  -Hayatım kaç kere konuştum, biliyorsun. “Tamam, tövbe bir daha içmeyeceğim,” diyor, sonra işte görüyorsun.

  -Bir daha konuşsan, lütfen, içim parçalanıyor Fatma Hanım’ın haline.

  -Tamam tamam konuşurum, çık bakalım oradan hele.  Hasan Bey! Hasan Bey!

Daha on iki yaşında olan, ellerinde kalemin olması gerekirken, bakkal sepetinin olduğu sarışın, masmavi gözleri olan Yasin, korktuğu ama bir o kadar da sevdiği ustasını uyarıyordu.

  -Usta, usta seni çağırıyorlar, bak.

Dikkatle izlediği filimden uyanırmışçasına;

  -He, kim? Nerde? Buyurun Ahmet Bey, sigara mı lazımdı. Koş bakayım Yasin, her zamankinden götür Ahmet Bey’e…

  -Yok yok Hasan Bey, sigara kalsın, bir konuda malumatınızı alacaktım?

Hasan Dayı hiç okula gitmemiş, babasından kalma küçük bakkal dükkanında pişmişti. Bakkal olmasına rağmen konuşmayı sevmez, saf ama işinin ehli bir esnaftı. Bir de Ahmet Bey’in kullandığı kelimeleri anlayabilseydi. Ne kadar güzel olacaktı.

  -Efendim Ahmet Bey…

  -Celal Bey yine alkollü geldiler sanırım.

  -Evet Ahmet Bey, ne zaman ayık ki zaten.

  -Size zahmet Celal Bey evden çıktığında bana haber verir misin?

Yarı isteksiz yarı kızgınlıkla sindirdiği duygularını senelerin ustalığıyla gizleyerek cevap veren Hasan Dayı, kafasıyla da onaylayarak “olur” dedi. Tüm sinirini ise Yasin’den çıkaracaktı;

  -Lan, ne boş duruyorsun temizlesene buraları eşekherif…

  -Tamam usta ya, bana neden kzızıyorsun?

  -Konuşma lan, koparırım o papuç dilini. İşine bak.

Yılların acılarını o yaşlı yüreğinde taşıyan Rıza Amca, kalın etkileyici sesiyle birlikte, gözlüklerinin arkasından sert tonla;

  -Neden çocuğa bağırıyorsun. Ne istiyorsun elin sübyanından.Utan biraz saçından başından utan.


Hasan Dayı, Rıza Amca'dan üç yaş büyük olmasına rağmen Rıza Amca'ya büyük saygısı vardı. Eee ne de olsa okumuş, mürekkep yutmuş biriydi Rıza Amca. Aslında Rıza Amca'nın hikayesi çok ilginçti; hukuk fakültesini bitirmiş, okurken çalıştığı terzide terziliği öğrenmiş, mesleğini terzilik olarak seçmişti. eskiden daha neşeli güleç olan o çehre ruhuna ve kalbine ızdırap veren bir olayla asılmıştı. Rıza Amca buz dağının görünen tarafıydı sadece.

  -Rıza Abi, sen misin? Özür dilerim görmedim seni, nasılsın?

-Benden değil çocuktan özür dile, bin defa dedim sana hırsını şu çocuktan çıkarma diye.

  -Valla tamam, bir daha olmaz, söz.

  -He, başlaşdın Celal gibi sende.

  -Aman tövbe de, onun gibi felan.

  -Sus sus! Yasin getir bakalım tavlayı oradan, ustan kaşınıyormuş, iki de çay kap  bakalım biri demli olsun.

Gülen gözlerle cevap veren Yasin, Rıza Amca'nın gelişine çok sevinmişti. Biliyordu ki, Rıza Amca varken ona bağırmazdı.

  -Tamamdır, Rıza Dede, hemen.

...

Kubilay Özer




Yasarzr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Instagram