Şirin bir sokaktı
burası,büyük şehrin içinde hapsettiği sıcak minik yuvaydı. Evler birbirine öyle
yakındılar ki; kırmızı tuğlaları gözüken, çatısı yıpranmış yıllara inat ayakta
duran evde oturan Fatma Teyze’nin sesi karşı evlerden duyuluyordu. Hem de öyle
duyuluyordu ki;
-Allah’ın belası herif,
yine mi içtin! Bıktım lan bu halinden, ömrümü çürüttün şeref…
Yufka yürekli Melahat
Abla, onun kadar harika insan olan Ahmet Abi, mahallenin terzisi, emektar Rıza
Amca, güzeller güzeli esmer kızı olan Şükran Teyze, bakkal Hasan Dayı çoktan
dökülmüşlerdi sokağa.
-Melahat ayıp ama içeri
girer misin, lütfen!
-Dur be Ahmet,
üzülüyorum şu kadına. Bir değil iki değil. Ne olacak bunun hali? Bir şey
yapamaz mısın sen, bir sorsan, Celal Bey ile kanuşsan, hee!
-Hayatım kaç kere
konuştum, biliyorsun. “Tamam, tövbe bir daha içmeyeceğim,” diyor, sonra işte
görüyorsun.
-Bir daha konuşsan,
lütfen, içim parçalanıyor Fatma Hanım’ın haline.
-Tamam tamam konuşurum,
çık bakalım oradan hele. Hasan Bey!
Hasan Bey!
Daha on iki yaşında
olan, ellerinde kalemin olması gerekirken, bakkal sepetinin olduğu sarışın,
masmavi gözleri olan Yasin, korktuğu ama bir o kadar da sevdiği ustasını
uyarıyordu.
-Usta, usta seni
çağırıyorlar, bak.
Dikkatle izlediği
filimden uyanırmışçasına;
-He, kim? Nerde?
Buyurun Ahmet Bey, sigara mı lazımdı. Koş bakayım Yasin, her zamankinden götür
Ahmet Bey’e…
-Yok yok Hasan Bey,
sigara kalsın, bir konuda malumatınızı alacaktım?
Hasan Dayı hiç okula
gitmemiş, babasından kalma küçük bakkal dükkanında pişmişti. Bakkal olmasına
rağmen konuşmayı sevmez, saf ama işinin ehli bir esnaftı. Bir de Ahmet Bey’in
kullandığı kelimeleri anlayabilseydi. Ne kadar güzel olacaktı.
-Efendim Ahmet Bey…
-Celal Bey yine alkollü
geldiler sanırım.
-Evet Ahmet Bey, ne
zaman ayık ki zaten.
-Size zahmet Celal Bey
evden çıktığında bana haber verir misin?
Yarı isteksiz yarı
kızgınlıkla sindirdiği duygularını senelerin ustalığıyla gizleyerek cevap veren
Hasan Dayı, kafasıyla da onaylayarak “olur” dedi. Tüm sinirini ise Yasin’den
çıkaracaktı;
-Lan, ne boş duruyorsun
temizlesene buraları eşekherif…
-Tamam usta ya, bana
neden kzızıyorsun?
-Konuşma lan, koparırım
o papuç dilini. İşine bak.
Yılların acılarını o
yaşlı yüreğinde taşıyan Rıza Amca, kalın etkileyici sesiyle birlikte,
gözlüklerinin arkasından sert tonla;
-Neden çocuğa
bağırıyorsun. Ne istiyorsun elin sübyanından.Utan biraz saçından başından utan.
Hasan Dayı, Rıza Amca'dan üç yaş büyük olmasına rağmen Rıza Amca'ya büyük saygısı vardı. Eee ne de olsa okumuş, mürekkep yutmuş biriydi Rıza Amca. Aslında Rıza Amca'nın hikayesi çok ilginçti; hukuk fakültesini bitirmiş, okurken çalıştığı terzide terziliği öğrenmiş, mesleğini terzilik olarak seçmişti. eskiden daha neşeli güleç olan o çehre ruhuna ve kalbine ızdırap veren bir olayla asılmıştı. Rıza Amca buz dağının görünen tarafıydı sadece.
-Rıza Abi, sen misin? Özür dilerim görmedim seni, nasılsın?
-Benden değil çocuktan özür dile, bin defa dedim sana hırsını şu çocuktan çıkarma diye.
-Valla tamam, bir daha olmaz, söz.
-He, başlaşdın Celal gibi sende.
-Aman tövbe de, onun gibi felan.
-Sus sus! Yasin getir bakalım tavlayı oradan, ustan kaşınıyormuş, iki de çay kap bakalım biri demli olsun.
Gülen gözlerle cevap veren Yasin, Rıza Amca'nın gelişine çok sevinmişti. Biliyordu ki, Rıza Amca varken ona bağırmazdı.
-Tamamdır, Rıza Dede, hemen.
...
Kubilay Özer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder