Özlem

Gün ışıkları yeni doğuyor;  güneş yüzünü göstermekte ısrarcı. Gözümü açtığımdan beri aklımda tek soru, kimdi yanımda ki kadın?

Dış görünüşü harikaydı. Missisipi’nin düzlüklerini andıran geniş bir alnı , Everest’in derin çukurlukları kadar  keskin bir göz yapısı,  Amasra elması kadar pembe ve pürüzsüz olan yanakların altında nadir bulunan bordo rengi ve kadife kadar narin dağ gülüyle eşdeğer dudakları vardı.

Peki bunca güzelliğin içinde neler saklıydı kim bilir? Dakikalar geçti ve ben hala onu izliyordum. Usul usul nefes alıyor, arada gözlerini oynatıyordu. Kim di bu cennet meyvesi? Kimdi sabahın ilk ışıklarında uykuyu bölmeye değer olan bu kadın?

Aklımda bu sorular dolaşırken, biran beni duymuş gibi yüzünü bana çevirdi ve gözlerini açmasıyla yıkıldım!

Yıllar önce kaybettiğim “küçüğüm” canlı kanlı karşımdaydı. Kesinlikle kabullenemiyordum, o benim “Meleğim” olamazdı!

Gözlerimin önünde beraber kiraladığımız evde çığlıklar eşliğinde yanıp erimişti.

Kapı kilitli kalmış  o duştayken benim şarj cihazım kısa devreye sebep olarak, yanmaya baslamış. İlk olarak odanın perdeleri ve halısı daha sonra evin geneli yanarken, duşta her şeyden bihaber olan “Meleğim” kapının ve yerdeki paspasın tutuşup alev almasıyla yaşamak hakkını elinden alan canavarla tanışmıştı.

Bir buluşma ancak bu kadar kısa ve acı olabilirdi. İlk ve son sözü karşı taraf söylemiş “ölümüne” bir karşılaşma olmuş. Ben ise dışarıdan içeride eriyen hayatımı izliyordum gizli şelalelerimin eşliğinde..

Birkaç yıl geçmiş, hayatıma giren kişilerin hepsini ona benzettiğim için hepsi beni yine “O”na bıraktılar.. Yani  sonsuza,  çaresize. Yattığım, yanında olduğum, elimi tutan her kadının gözünde gördüğüm “O”na bıraktılar beni..

Mustafa Erdağ


Unknown

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Instagram