Çaylar
gelmişti. Rıza amca ince bardakta sevdiği çayından bir yudum alırken. Hasan
dayı zarı atmaktaydı. İkisi içinde kısa bir süre hayat durmuştu. Ne de olsa
işin ucunda iddia vardı.Yenilen rakı sofrasını çekecekti. Hasan dayı ile Rıza
amca da pek severlerdi rakıyı. Hele birde sevdikleri şarkı çalarsa, deymeyin
keyiflerine. O masada atarlardı sıkıntılarını, gözyaşlarını özlemlerini.
Rakının kokusuyla harmanlanıp üstlerine sinen sigara dumanıyla ayrılırlardı
oradan. Bazen Ahmet abi de onlara katılır, tek bir kadeh içer sohbetlerine
misafir olurdu. Kolay mı alkollü eve gitmek, topa tutardı Melahat abla, gerçi
kendi de haz almazdı içkiden. ‘’ Herşey tadında güzel.’’ derdi. Haklıydıda
aslında, en açık örneği Celal abiydi. Öyle içerdi ki Celal abi kendisine
aynadan baksa ‘’ Pardon, siz kimsiniz?’’ derdi. Eskilerin tabiriyle küfelik
olur, ya Rıza amcalar ya da meyhanenin çırağı götürürdü eve. Meyhane ikinci
eviydi onun. Meyhaneciyle dükkanı açar, birlikte kepenk indirirlerdi.Celal abi
sessiz biriydi, içinde iki kat sessizleşir, gözleri tek noktaya bakar ve sisli
düşüncelerinde yaşamaya başlardı. Derdi vardı, kimsenin bilmediği ama
hissettiği büyük bir derdi.
-Hobaa… Düşeş, nerde
beleş oraya yerleş.
-Amma şanslısın be adam
zar mı tutuyorsun ne halt ediyorsun anlamadım. Ben gidiyorum akşam geç kalma,
geçerken Ahmet beyle Celal’i de al. Haydi eyvallah.
-Almam mı Rıza abim ne
demek, zaten Ahmet beyde Celal’le konuşmak istiyordu. Hem hesaplar senden.
-…
Güneş
yerini bırakmış, ay görevi teslim almıştı. Karanlık deniz gökyüzüne doğru
akmış. Parıldayan yıldızlarla birlikte şirin sokağımızı aydınlatmaya
başlamıştı. Görevlilerin pek uğramadığı, kaldırım taşlarının aşındığı
sokağımızın emektar lambası da yanmıştı. Akşam olmuştu artık. Sıra evlerin
ışıklarının yanmasına gelmişti. Önce Haydar Abi, sonra Çakal Halim, Ayşe Babaanne
ve Şükran Teyze. Şimdi herşey tamamdı.
Sessiz
bir hareketlilik başlamıştı.Minik sokağımız dolmuş insanlar bir oraya bir
buraya gidiyorlardı. Kiminin elinde çantası vardı, kiminde ise erzak
torbası.Her biri bambaşka hikayeler götürüyorlardı evlerine. Belki
mutluluklarını belki de hüzünlerini taşıyorlardı. Bu keşmekeş hayatın
içerisinde yaşamaya çalışan onca insan hınzır zamanın gemisinde yolculuk
ediyordu. Dünya garipliğini tekrar sergiliyordu.
Kulaklarıma
genç bir bayanın kahkaha sesi geldi. Bu sesin sahibi oydu. Simsiyah lüle
saçları olan, yıldızlar kadar parlak gözleri, güneşe inat yaparcasına gülen
ince dişli kemer kaşlı Şükran Teyzenin kızı Seraptı. Ne güzel kızdı o, beni
alıp götüren, yıldızlara bakıp onu düşleyip şiirler yazdıran serabım, Serap’ım.
-Bozaaaa, bozaaa.
Her
akşam bu ses uyandırdı beni.Düşlerimi umutlarımı alıp üstüne basmıştı. Ne vardı
sanki daha geç gelse. Ne vardı yani başka sokakta satsa. İlla bizim sokağımız,
illa Serap’ımı hayal ettiğim an. Diyorum ya hayat işte.
-Ooo Hasan emmi nasılsın?
-İyidir iyi, bugün
hesaplar Rıza abiden ben iyi olmayacağım da kim olacak.
-Tabi ya, kim olacak
buyur emmi bu senin.
-Sağolasın, sende
olmasan tadamayacağız şu güzelim bozayı.
-Ne demek emmi her
zaman. Öğlen Celal Abi yine deli etmiş yengeyi.
-Nereden duydun lan sen?
-Haydar emmi söyledi
demin.
-Dedikoducu herif
mahalle karısı gibi iki dakika susmaz. Evet öyle oldu sen karıştırma hadi
işine, hayırlı işler.
-Oldu emmim Allah razı
olsun.
Hasan
amca saatine bakmıştı. Geç kalıyordu meyhaneye, daha Celal abiyle Ahmet abiyi
alacaktı. Tabi bu arada Fatma Teyzeye Celal abiyi alabilmek için yalan
söylemesi gerekiyordu. İşi zordu. Kesin geç kalacak, Rıza amcadan da paparayı
yiyecekti.
-İyi akşamlar Fatma
Hanım, Celal evde mi?
-Olmaz olaydı içeride
zıbarıyor kör olasıca.
-Şey, acaba çağırabilir
misiniz Rıza Abiler bekliyorda.
-…
Fatma
Teyze hiç konuşmadan içeri girmişti. Hasan Amcanın suratı kızgınlıkla
utangaçlık karışımı kızarmıştı. Kolay mı, o yaşta yalan konuşuyordu. Hem de kaç
yaş küçük birisine karşı. Zaten kızgınlığı da yaştan dolayıydı. Ufacık kadından
elin ayyaşı için izin istiyordu. Hasan Amcanın kaderiydi bu, yaş sorunu.
Hasan
Amca iki adım geriye gitmişti. İçeriden sabahı aratmayacak haykırışlar
yükseliyordu. Fatma Teyze bağırdıkça geriliyor sıkılıyordu. Acaba ona da
bağırır mıydı? Bağırırsa ben de bağırırım diye düşünüyordu. Saygıda bir yere
kadardı. Hasan Amcanın suratı gerilmiş. Gözleri büyümüştü. Fatma Teyze sert bir
bakış atıp. Hasan Amcanın yanından geçip çıkmıştı. Kesin Şükran Teyzeye
gidiyordu. Celal Abi göründü kapıdan, Hasan Amcanın şaşkınlığı geçmiş sinirini
çıkaracağı birini arıyordu. Yasin yoktu, kabak Celalin başında patladı.
-Neredesin lan sen,
bıktım oğlum senin yüzünden yalan söylemeye laf yemeye. Ne zaman akıllanacaksın
sen, ayıp değil mi oğlum. Ailene yazık sana yazık. Allah’tan çocuğun yok, bir
de o olsa…
-Sana da iyi akşamlar
abi, sen nasılsın?
-Sus terbiyesiz daha
Ahmet beyi alacağız. Kesin Rıza abi fırçalayacak beni.
-Merak etme sen Ahmet
meyhaneye geçecekti direk cepten aradı. Sen haber vermeyince merak etmiş.
-Eyy, bak unutmuştum ben
onu, neyse hadi yürü geç kaldık.
İkisininde
adımları hızlanmıştı. Tek bir çıt çıkmıyordu. Celal Abi yine sessizleşmiş,
kabuğuna çekilmişti.Her on adımda iç çekiyor, o iç çektikçe Hasan Amca
çıldırıyor ruhu sıkılıyordu. İkisinin de kafasında aynı şey vardı. Bir kadeh
buzlu rakı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder