Üçüncü Tekil Şahıs II


Çaylar gelmişti. Rıza amca ince bardakta sevdiği çayından bir yudum alırken. Hasan dayı zarı atmaktaydı. İkisi içinde kısa bir süre hayat durmuştu. Ne de olsa işin ucunda iddia vardı.Yenilen rakı sofrasını çekecekti. Hasan dayı ile Rıza amca da pek severlerdi rakıyı. Hele birde sevdikleri şarkı çalarsa, deymeyin keyiflerine. O masada atarlardı sıkıntılarını, gözyaşlarını özlemlerini. Rakının kokusuyla harmanlanıp üstlerine sinen sigara dumanıyla ayrılırlardı oradan. Bazen Ahmet abi de onlara katılır, tek bir kadeh içer sohbetlerine misafir olurdu. Kolay mı alkollü eve gitmek, topa tutardı Melahat abla, gerçi kendi de haz almazdı içkiden. ‘’ Herşey tadında güzel.’’ derdi. Haklıydıda aslında, en açık örneği Celal abiydi. Öyle içerdi ki Celal abi kendisine aynadan baksa ‘’ Pardon, siz kimsiniz?’’ derdi. Eskilerin tabiriyle küfelik olur, ya Rıza amcalar ya da meyhanenin çırağı götürürdü eve. Meyhane ikinci eviydi onun. Meyhaneciyle dükkanı açar, birlikte kepenk indirirlerdi.Celal abi sessiz biriydi, içinde iki kat sessizleşir, gözleri tek noktaya bakar ve sisli düşüncelerinde yaşamaya başlardı. Derdi vardı, kimsenin bilmediği ama hissettiği büyük bir derdi.

  -Hobaa… Düşeş, nerde beleş oraya yerleş.
  
  -Amma şanslısın be adam zar mı tutuyorsun ne halt ediyorsun anlamadım. Ben gidiyorum akşam geç kalma, geçerken Ahmet beyle Celal’i de al. Haydi eyvallah.
  
  -Almam mı Rıza abim ne demek, zaten Ahmet beyde Celal’le konuşmak istiyordu. Hem hesaplar senden.
  
  -…

Güneş yerini bırakmış, ay görevi teslim almıştı. Karanlık deniz gökyüzüne doğru akmış. Parıldayan yıldızlarla birlikte şirin sokağımızı aydınlatmaya başlamıştı. Görevlilerin pek uğramadığı, kaldırım taşlarının aşındığı sokağımızın emektar lambası da yanmıştı. Akşam olmuştu artık. Sıra evlerin ışıklarının yanmasına gelmişti. Önce Haydar Abi, sonra Çakal Halim, Ayşe Babaanne ve Şükran Teyze. Şimdi herşey tamamdı.

Sessiz bir hareketlilik başlamıştı.Minik sokağımız dolmuş insanlar bir oraya bir buraya gidiyorlardı. Kiminin elinde çantası vardı, kiminde ise erzak torbası.Her biri bambaşka hikayeler götürüyorlardı evlerine. Belki mutluluklarını belki de hüzünlerini taşıyorlardı. Bu keşmekeş hayatın içerisinde yaşamaya çalışan onca insan hınzır zamanın gemisinde yolculuk ediyordu. Dünya garipliğini tekrar sergiliyordu.

Kulaklarıma genç bir bayanın kahkaha sesi geldi. Bu sesin sahibi oydu. Simsiyah lüle saçları olan, yıldızlar kadar parlak gözleri, güneşe inat yaparcasına gülen ince dişli kemer kaşlı Şükran Teyzenin kızı Seraptı. Ne güzel kızdı o, beni alıp götüren, yıldızlara bakıp onu düşleyip şiirler yazdıran serabım, Serap’ım.

  -Bozaaaa, bozaaa.

Her akşam bu ses uyandırdı beni.Düşlerimi umutlarımı alıp üstüne basmıştı. Ne vardı sanki daha geç gelse. Ne vardı yani başka sokakta satsa. İlla bizim sokağımız, illa Serap’ımı hayal ettiğim an. Diyorum ya hayat işte.

  -Ooo Hasan emmi nasılsın?
  
  -İyidir iyi, bugün hesaplar Rıza abiden ben iyi olmayacağım da kim olacak.

  -Tabi ya, kim olacak buyur emmi bu senin.

  -Sağolasın, sende olmasan tadamayacağız şu güzelim bozayı.

  -Ne demek emmi her zaman. Öğlen Celal Abi yine deli etmiş yengeyi.

  -Nereden duydun lan sen?

  -Haydar emmi söyledi demin.

  -Dedikoducu herif mahalle karısı gibi iki dakika susmaz. Evet öyle oldu sen karıştırma hadi işine, hayırlı işler.

  -Oldu emmim Allah razı olsun.

Hasan amca saatine bakmıştı. Geç kalıyordu meyhaneye, daha Celal abiyle Ahmet abiyi alacaktı. Tabi bu arada Fatma Teyzeye Celal abiyi alabilmek için yalan söylemesi gerekiyordu. İşi zordu. Kesin geç kalacak, Rıza amcadan da paparayı yiyecekti.

  -İyi akşamlar Fatma Hanım, Celal evde mi?

  -Olmaz olaydı içeride zıbarıyor kör olasıca.

  -Şey, acaba çağırabilir misiniz Rıza Abiler bekliyorda.

  -…

Fatma Teyze hiç konuşmadan içeri girmişti. Hasan Amcanın suratı kızgınlıkla utangaçlık karışımı kızarmıştı. Kolay mı, o yaşta yalan konuşuyordu. Hem de kaç yaş küçük birisine karşı. Zaten kızgınlığı da yaştan dolayıydı. Ufacık kadından elin ayyaşı için izin istiyordu. Hasan Amcanın kaderiydi bu, yaş sorunu.

Hasan Amca iki adım geriye gitmişti. İçeriden sabahı aratmayacak haykırışlar yükseliyordu. Fatma Teyze bağırdıkça geriliyor sıkılıyordu. Acaba ona da bağırır mıydı? Bağırırsa ben de bağırırım diye düşünüyordu. Saygıda bir yere kadardı. Hasan Amcanın suratı gerilmiş. Gözleri büyümüştü. Fatma Teyze sert bir bakış atıp. Hasan Amcanın yanından geçip çıkmıştı. Kesin Şükran Teyzeye gidiyordu. Celal Abi göründü kapıdan, Hasan Amcanın şaşkınlığı geçmiş sinirini çıkaracağı birini arıyordu. Yasin yoktu, kabak Celalin başında patladı.

  -Neredesin lan sen, bıktım oğlum senin yüzünden yalan söylemeye laf yemeye. Ne zaman akıllanacaksın sen, ayıp değil mi oğlum. Ailene yazık sana yazık. Allah’tan çocuğun yok, bir de o olsa…

  -Sana da iyi akşamlar abi, sen nasılsın?

  -Sus terbiyesiz daha Ahmet beyi alacağız. Kesin Rıza abi fırçalayacak beni.

  -Merak etme sen Ahmet meyhaneye geçecekti direk cepten aradı. Sen haber vermeyince merak etmiş.

  -Eyy, bak unutmuştum ben onu, neyse hadi yürü geç kaldık.

İkisininde adımları hızlanmıştı. Tek bir çıt çıkmıyordu. Celal Abi yine sessizleşmiş, kabuğuna çekilmişti.Her on adımda iç çekiyor, o iç çektikçe Hasan Amca çıldırıyor ruhu sıkılıyordu. İkisinin de kafasında aynı şey vardı. Bir kadeh buzlu rakı.



yaziyazdiğimyer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Instagram