Karanlık Şölen

Her zaman ki gibi açmıştık gözlerimizi yoğun ve bir o kadar hızlı geçecek bir güne. Yuvanın içerisinde kraliçe hariç herkes görevlerinin başına geçmişti. Ben ise “miskin yavrucak” yuvada dolaşıyor oradan oraya ufak yiyecekleri taşımaya yardımcı olurdum.

Türümüz laterit topraklarda yaşayan kırmızı bacak karınca olarak adlandırılırdı. Arada yuva dışına çıkar uzun bacakların eşliğinde erzak toplamaya yardımcı olurdum. Yine rutin başlayacak bir günün şafağında yuvadan çıkmaya karar vermiştim. Büyük Kanal’a geldiğimde genci yaşlısı fark etmeden herkesin koşuşturduğunu gördüm.
Belliydi ki onları bu kadar telaşlandıran durum çok mühimdi. Herhangi birine sormalıydım,  neler oluyordu? Ancak sormaya yeltendiğim kimseden yanıt alamadım ve akışın hızlandığı kısma yani çıkışa doğru yöneldim. Kraliçenin muhafızları bile, o hiçbir ifadeyi belli etmeyen suretlerinde, içlerinde ki korkuyu yansıtıyorlardı. Ne olduğunu anlamak için kafamı yuvanın çıkışına çıkarmak istedim ancak o hengâmede bu imkansız gibi bir şeydi. Bu yüzden hızla kendimi dışarı ittim ve olmuştu sonunda özgürdüm! !

Ancak iki – üç ayda bir çıktığım ve gördüğüm dünyadan çok farklıydı şuan karşımdaki manzara. Eskiden yemyeşil tabiatın, gökyüzünde uçan kuşların bulunduğu tabloda gri tonda dumanların, kırmızı renkte suyun ve dev gibi lacivert desenleri olan yaratıkların yer alması beni hayli endişelendirmişti. Bunca şeyin peşi sıra karıncaları görmem uzun zamanımı almamıştı. Kimisi kaçıyor, kimisi hareketsiz şekilde yerde yatıyor,  kimisinin bacaklarında eksik var, kimisi ise laciverde desenli canavara tırmanıyordu. Gözümün önünde ki trajedinin ardından solunum sistemimin tıkandığını hissettim. Nefes alamıyordum ki sokağın başından tekrar yuvaya atladım. Gözlerimin hiç biri görmüyor aksine acıdan beni bulunduğum yere hapsediyordu. İçeride ki telaşı şimdi anlayabiliyordum. Ancak hala eksiklerimiz vardı. Binlerce türdeşim yuvaya dönemeden boğularak ya da insanların üzerine basması sonucu yollarda hayatını kaybetmişti.

Hiç kimse dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu.Bu yüzden muhafızlar tüm çıkışları tutuyordu.Aklımda dışarıyı daha net görebileceğim bir yer vardı. “Diriliş Tepesi” olarak adlandırılan yer yuvadan hayli yüksek ve güvenliydi. Ancak bulunduğum yere çok uzaktı. Bu yüzden kanalizasyon borularında ki suyun akıntısıyla oraya daha çabuk varabilecektim. Kanalizasyon çıkışına indiğimde ise aşağıda ki su kütlesinin büyüklüğünü ve akış hızını görmem içimde ki korkunun beynime yaptığı etkiyi bacaklarımda ki kısmi durağanlıktan anlayabiliyordum. Ancak korksam da bunu yapmalıydım. Binlerce kardeşimi yaralayıp onlarcasının yaşama sevincini ellerinden alan bu yaratıkların ne ve kim olduğunu öğrenmeliydim. Bir anlık deli cesaretiyle kendimi nefesimi kesen boşluğa bıraktım. Birkaç saniyelik haykırmanın ardından kendimi suda bulmuştum. Bir damlacığının bile onlarca katım büyüklüğünde olan suyun rengi farklıydı. Alabildiğince kızıla dönen su vücuduma yapışıyor, çıkmak bilmiyordu. Birkaç dakikalık su serüvenin ardından kıyıya çarparak ancak durabilmiştim. Taşlı yollar ve derin çukurluklardan sonra tepeye ulaşmıştım. Etrafı incelemek için aşağı baktığımda özellikle başlarında ve vücutlarının genelinde siyah bir kaplama olan onlarca insan, rengârenk binlerce insana vücutlarında ki tuhaf metallerle vuruyorlardı. Birkaç seferden sonra karşı taraf yere yığılıyor adeta yuvaya gelemeyenler gibi hareketsiz yatıyordu. Onlarca kez tekrarlanan bir durumun karşısında renkli olanlar yerdekileri arkaya alıp tekrar öne geçiyorlardı. Böyle devam eden birkaç saatin sonunda karanlık sokaklara çökmüş, insanların tepelerinde ışıklar yanmıştı. Ancak pek etki etmiyordu kalabalığın arasında gezinen yoğun gaz bulutuna. Beyaz yaratıklar yine ortaya çıkmış su sıkıyordu etrafa ama bizim üst katımızda ki çiçekleri sulayanlardan farklıydı bu durum. Durduk yere karşıdaki insanlara sıkıyor ve onları geriye doğru düşürüyordu. Kimisi tekrar ayağa kalkıyor kimisi ise olduğu yerde kalıyordu.


Güneş yüzünü gösterene kadar süren bu durumdan sonra artık yuvaya dönmeliydim. Geldiğim yönü kaybetsem de içgüdülerimle bulabilirdim. Birkaç bin adımın ardından yuvadaydım ama burası geldiğim yerden çok farklıydı adeta şenlik yeri gibiydi.Binlerce insan yaptıkları yemekleri alıp Gezi Parkı'na koşmuştu.Yuvamızın üstüne kurulan dayanışma çadırında bir bu kadar insana daha yetecek kadar yiyecek vardı.Bizde bu kadar yiyecekten payımızı alıyorduk.Tüm yuva dışarıya çıkmış yemeğin tadını çıkarırken bir yandan da yuvaya birkaç aylık depo yapıyorlardı. Ara ara tüm insanlar çıldırmışçasına bağırıyor, şarkılar söylüyorlardı. İlk başlarda bizi çok korkutan bu duruma da alışmıştık. Yuvamızın etrafı dışında ki yerlere pek gidemiyorduk, insanların üzerimize basmasından veya bir daha geri dönememekten korkuyorduk. Sabaha karşı bilmediğimiz bir sebepten gündüz burada olanlar gidiyor yerlerini başkaları alıyordu. Onlarda uykuya direnerek de olsa sabaha kadar parkta duruyorlardı. Öğlene doğru uyuyan insanların arasından geçmek daha kolay oluyordu ve bizi yiyeceklerden uzaklaştıramıyorlardı. Çadıra ulaştığımda tüm yuva bir dilim peynirin üzerinde tokluğun verdiği sarhoşlukla eğleniyorlardı ki insanlar bir anda ayaklanmaya başladılar.Karşımızda ki alanda toplandılar ve ellerine beyaz lastik taktılar. Mavi torbalarla tüm parkı dolaşıp akşam ki hengameden kalanları topluyorlardı.

Öğlenden sonra yuvamıza çekilip akşama kadar uykunun doruk noktalarına ulaşıyorduk. Biran önce akşam olmasını umuyorduk, tekrar o güzel yemekler, loş ışıklar ve bize bile gösterilen hoşgörüyü istiyorduk ve nitekim de öyle oldu.

Karanlığın parka hâkim olduğu anda başladı yine bizim şölenimiz. Yemek yerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Bir ağaç köşesinde durmuş dinleniyordum. Gece yarısı garip bir gürültü geliyordu. Sesin nereden geldiğini anlamıyordum. Kalabalık ayağa kalkmış hep bir ağızdan bağırıyor, ıslıklar çalıyorlardı. Herkes gökyüzüne bakıyordu. Bizde başımızı yukarıya doğru çevirdiğimizde gökyüzünde turlayan etrafında çeşitli ışıkların yanıp söndüğü bir cisim görüyorduk. Çok geçmeden sarı bir ışık kütlesinin aşağıya doğru bırakıldığını fark ettik. İnsanlar koşmaya başladı ancak biz onun ne olduğunu bilmiyorduk ve anlamaya çalışarak bakmaya devam ediyorduk. Etrafımızı yoğun bir gaz kütlesi sarmıştı. İnsanlar öksürmeye başlamış farklı yönlere kaçıyor bir yandan da gözlerini ovalıyorlardı. Ancak kaçmayanlar da vardı. Onlar da bir araya gelmiş bağırıyorlardı. Gözlerinden yaş akıyordu ama onlar bağırmaya devam ediyorlardı ki tüm yuva ve ben hepimiz bir anda yere yığılmıştık. Gözlerim yanıyor etrafım yavaş yavaş bulanıklaşıyor, nefes alamıyordum. Yalnızca insanların seslerini duyabiliyordum ve galiba artık ne dediklerini anlamıştım, kalbim durma aşamasına gelmişken onları anlamayı başarmıştım!

“Diren Gezi” diye bağırıyorlardı..

Mustafa Erdağ


Unknown

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Instagram