Akreple yelkovanın anlamsız aşkına inat birde pencerem de içimi titretip, dağınık odamın perdelerini yırtarak içeri giren rüzgârın korkutucu uğultusu. Geceyi gece yapabilecek bütün özellikler mevcut mu dersiniz? Tabi ki değil…
Daha önce yüzlerce kez sigara altına yatmış yarısına kadar dolu ve üstünde hala inatla dumanı tüten bir sigara olan cam bir kül tablası. Hani şu her köşebaşı sokak satıcılarında bulunabilen türden. Kafamın içi gibi darmadağınık olan masamın üstün de, içindeki tüm karmaşaya rağmen sapasağlam durabilen bir kül tablası. Onun gibi bitmek bilmeyen bir savaşın yorgunuyum, tıpkı dünya var olduğundan bu yana süregelen iyi ve kötünün, güzelin ve çirkinin, yaz ile kışın, su ile ateşin, siyah ile beyazın, gece ile gündüzün, soğuk ile sıcağın, sevgi ile nefretin, var olmanın ya da olmamanın savaşı gibi bir savaşın yorgunuyum. Tekillik yada çokluğun savaşı. Ya yalnızsındır ya da değil. Bu içim de devam eden yalnızlık savaşı.
Duvarlarım soğuk, yatağım dağınık, odam karmakarışık, tek iyi giden şey bu karmaşada yalnızlık. Bunu seçimi ben yapmıştım yıllar öncesinde. Her hikâye gibi yağmurlu bir sonbahar akşamı değildi, olabilecek tüm güzellikleri barındıran, gözlerimde Moda sahilinin büyüleyici manzarası ve ciğerlerimi patlatırcasına dolduran hanımeli kokusu eşliğinde. Nasıl bir tezattı bu? Yalnızlığımda olduğu gibi bu terslikte bir işlik vardı… Yıllar boyu bitmeyen şekilde haykırışıma o gün başlamıştım.
Merhaba yalnızlığım yine yeniden ben! (...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder